Defne (33) insanlardan pek haz etmeyen, hayatı birler ve sıfırlarla algılayan bir bilgisayar programcısıdır. İstanbul’daki dairesinde geçirdiği ufak bir kaza sonucu hayaletlerle temasa geçmeye başlar. Zaten canlı olan insanlardan kaçmaya uğraşırken bir de ölü olanlarıyla cebelleşmek zorunda kalmak Defne’nin hayatta istediği son şeydir… İşin kötüsü, ölüm hayaletlere ruhani bir farkındalık ya da olgunluk katmamıştır. İnsanların çoğu yaşarken ne kadar bencilse, hayaletken de aynılardır. Yeni yeteneğini daha çok bir lanet gibi algılayan Defne, yine de bu durumdan faydalanmaya karar verir. Yetimhanede büyüyen Defne, kendisi bebekken ölmüş annesinin hayaletini bulmayı kafaya koyar. Annesini bulmak için elindeki tek ipuçu beşiğine bırakılan bir fotoğraftır. Defne bu fotoğrafın izinde, gördüğü ilk hayalet Hüseyin (25) ile birlikte Side Antik Kenti’nin yıkıntıları arasında, annesinin hayaletini aramaya koyulur. Bu yolculukta, ölü ya da diri, her türlü “insanoğlu” ve bilhassa kendi insanlık hali ile yüzleşmesi kaçınılmaz hale gelir.